Hayatımızda Koçluk

376 0

Özellikle son yıllarda çok sık duymaya başladığımız bir kelime “Koçluk” Dünya çok hızlı bir değişim içerisinde olduğu için her geçen gün ortaya çıkan yeni şeyler sebebiyle daha da yaygın hale geleceği düşünülen bir alan “Koçluk” Hayatımızda Koçluk ne kadar var, ne kadar gerekli, ne kadar faydalı? Öncelikle koçluk nedir, içeriği nelerdir, kendisine benzeyen bir çok kavramdan farkları nelerdir? Sizler de konu hakkında bilgi aimak istiyorsanız yazımıza buyurunuz: 

Koçluk, temelde duygusal ve fiziksel olarak bir güçlendirme sürecidir. Koç; terapist, mentör veya öğretmen değildir. Koç, koçluk alanla kişisel ve profesyonel potansiyeli maksimize etmek amacıyla düşünce doğurucu, üretken bir sürece girer ve ortaklık yapar. Amaç, danışanın kişisel farkındalık kazanması ve kendiliğinden öğrenmesidir. Koç, akıl vermez, telkinde bulunmaz; güçlü sorularıyla danışanın düşünce haritasını genişletir, belirlenen hedeflerle alakalı yol arkadaşlığı yapar ve yolda tutar. İngilizce karşılığı “coaching” olan “Koşi”, Macarca taşıt anlamına gelmektedir. Bunu bir metafor olarak kullanan Marlyn Atkinson koç kelimesini ilk kullanan kişidir, çünkü koç danışanını bulunduğu mevcut durumdan istenen sonuca taşır.  Bizler her öğrenimimizde, yaşadığımız her farkındalıkta zihinsel olarak bir yerden bir yere taşınırız.

Bir başka metaforda koçluk tarif edilirken yolunu kaybeden sahipsiz bir attan ve onu yolda tutarak evini bulduran çiftçiden bahsedilir. Bu öyle incelikli düşünülmüş bir metafor ki, içinde bir hiyerarşi yoktur; yol arkadaşlığı vardır. Koçluk sürecini bir yolculuk olarak düşündüğümüzde; üstten bir tavırla koçluk yapmak değil de koç olmaya çalışmaktır; bu koç adına bir başarı, karşı tarafın da kendini gerçekleştirme yolunda bir tuğla taşıdır. Koçun yaptıklarıyla, söyledikleriyle, davranışlarıyla ve tutumuyla örnek olması yolculuktaki birlikteliklerin etkisini güçlendirir.

Daima neyin olması veya olmaması gerektiğini insanlarla yaşadıklarımızdan öğreniriz. Her insan özeldir, her insanın soruları ve bu sorularına aradığı cevaplar birbirinden farklıdır. Hayat yolumuzda bu sorulara cevaplar ararken daima hayatımıza dokunan insanlar da olmuştur ve bizleri bir yerden bir yerlere taşımışlardır. Yaşamımızda koçluk hep vardır ya birilerinden koçluk alır ya da birilerine koçluk veririz. Evde, işte, okulda, sosyal hayatta… Profesyonel değil, dolaylı olarak aldığımız ve verdiğimiz koçluklar.

Hiç düşündük mü; çevremizdeki insanlara nasıl koçluk verdik ve onlardan nasıl koçluk aldık?

Bunun cevabını düşünürken en başa dönmek gerekebilir. Dünyanın en güzel şeyi iyi bir aileye sahip olmaktır; çünkü insan, yaşamı için önemli olan gelişimi ailesi sayesinde oluşturur. Zamanla kişinin sosyal çevresi ile gelişim alanı genişlemeye başlasa da temel inanış ve değerleri ailesi sayesinde oluşur. Çünkü aile en çok vakit geçirilen ve bilgiye en çok maruz kalınan alandır. Bu oluşumlar gerçekleşirken kişi çevresindeki insanlardan nasıl veriler aldı? Hayata hazırlanırken kendisi için gerekli olan donanıma, bilgiye erişebildi mi? Kendisi için çok gerekli olan sevgi ve güven ortamı oluşabildi mi? Bu soruların cevabı çok önemli çünkü kişiliği ve karakteri belirleyen unsurlardır.

Ebeveynler profesyonel yaşam koçları olmak zorunda değiller, fakat şu soruları kendilerine sorabilirler; “Bakıyor ama görüyor muyuz, duyuyor ama işitiyor muyuz, hissediyor ama anlıyor muyuz, hep sorguluyor ama yorumluyor muyuz, motive ediyor ama destekliyor muyuz? Hayatımızdaki en önemli varlıklar olan çocuklarımızı ne kadar anlıyoruz?”

Dünyaya geldiğimizde iyi bir yaşam koçumuz olsaydı nasıl bir yaşamımız olurdu? Belki de birçok şey daha farklı olabilirdi…

Bir anne bebeğini dokuz ay boyunca karnında taşır. Doğumdan sonra, ilk 6 ay boyunca, annesi ve bebek ayrılmaz bir bütündür. Çocuk kendisini annesinin bir parçası, uzantısı olarak görür. Bebeğin artık anneden ayrı bir varlık olduğunu anlamaya başlamasıyla da dış dünyada nelerin ve kimlerin olduğunu keşfetmeye başlar. Bebeklik dönemi çocukların en hızlı büyüyüp, geliştikleri dönemdir, çocuğun her açıdan sağlıklı büyüyebilmesi bu dönemde gösterilen özene bağlıdır. Hareket edebilmeyi, yürümeyi ve konuşmayı bu dönemde öğrenir. Çocuk dünyaya gelir gelmez zihinsel ve ruhsal olarak da gelişmeye başlar; gördüğü, duyduğu, dokunduğu her şeyden duyumlar alır, algılar edinir ve bunları biriktirerek belleğine yerleştirir. Bu döngüde çocuğa teorik bilgi verilmez, çocuk yaşamı boyunca kendisi için gerekli olan şeyleri deneyimleyerek, yaşayarak hayatın içinde öğrenir. Onun hayatı öğrenmesi için bir öğretmeni yoktur, fakat hayatında tüm yaşamını etkileyecek “yaşam koçları” vardır.  Hayata gözlerini açtığında ise “ilk yaşam koçu” ile tanışır; o kişi annesidir. İlk etkileşimler, ilk duygusal bağlar anne ile oluşur, aralarındaki ilişki tüm yaşamını etkileyen önemli faktörlerdendir. Çocuk; annesinin gözünden, bakış açısından çevresi ile tanışır ve etkileşim kurmaya başlar.

Bununla birlikte fıtrat insanın doğuştan sahip olduğu bütün özelliklerini ifade eder ve bunlar değişmez. Fıtratın en önemli unsurları inanma, güvenme ve sevgi ihtiyacıdır. Bir çocuk öz sevgiyi annesinin ona olan merhametinden öğrenir. İyi bir anne çocuğun ona bir emanet olduğunu, onun sahibi olmadığını; kendi yaşam tarzı, inançları ve değerleriyle çocuğunun düşüncelerini şekillendireceğini bilir. Çocuğuna özveriyle yaklaşan anne, onun hayat yolunda elinden tutarak değil ona yol arkadaşı olarak ve yolda tutarak iyi bir yolcu olmasını, bir kâşif gibi doğru yolda yürümesini sağlar.

Bir çocuğun büyürken ona destek olabilecek ve ona doğru yolu göstererek mutluluğa ulaştıracak en önemli etken ise değerleridir. Dünya oldukça karmaşık bir yerdir, bu karmaşıklığın içinde değerler de altüst olabilecek kadar kırılgandır. Bu kırılganlığın oluşmaması ailenin, özelikle annenin çocuğuna çok iyi öğretmesiyle mümkündür. Bir insanın yaşamında sarsılmadan, yıkılmadan hayata tutunabileceği en önemli güç değerlerdir. Bir çocuğun değeri onun yaşam tarzıyla şekillenir ve kendisini asıl mutlu eden şeyleri ailesinden öğrenir. Bu bilgi ailenin bilinç düzeyi ile muteberdir, bir çocuk kendisi için en önemli olan bu bilgiyi aileden edinir.

Beslenme, insanların, hayvanların ve bitkilerin ortak özelliğidir. Canlının büyümesi, olgunlaşması ve ölmesi buna bağlıdır. Algılama ise, insan ve hayvanların ortak özelliğidir ve duyu organları ile elde ettikleri bilgiye bağlıdır. Gerçeklik ise sadece insanlarda bulunan mantıksal düşünme yeteneğidir. Bu yetenek, insanın nesnel dünyanın ötesinde değerlendirmeler yapmasını sağlar. Bu durum Allah’ın varlığının kavranması ile yakından ilgilidir. Bir insan fıtratı gereği bu bilgiye akıl yoluyla ulaşabilir, fakat doğru bilgiye ulaşması onun hayatında herhangi bir boşluk oluşmadan ilerlemesini sağlar. Bu aşamada aileye çok önemli bir rol biçilmiştir, bir çocuk doğru bilgiye ulaşmadan, sağlam değerler oluşturmadan hayat yolunda ilerlerse oluşturduğu boşluklara yine kendisi düşecektir. Bunlar çoğu zaman acı verici, çoğu zaman ise geri dönüşü olmayan sıkıntılara yol açabilecektir.

İnsan iyiliği bilerek doğar, kötülüğü ise zamanla çevresinden veya yaşadıklarından öğrenir. Hayatımızdaki ilk yaşam koçumuzun en zor görevi burada başlar. O koç annedir ve çocuğuna daima iyiliği ve iyi olanı öğretir, kötülükten uzak tutmaya çalışır.

Anne ve bebek ikilisine dahil olan ilk kişi, yani üçüncü, genellikle baba olur. Çocuğun, anneden bağımsız hareket etmeye başladığında modellediği ikinci yaşam koçu da babadır. Babanın daha realist yaklaşımlarından dolayı çocuk için bir otoritedir. Çocuğun, her şeyi çok hızlı bir şekilde öğrendiği bu hassas dönemde, ailenin çocuklara örnek davranışlar sergilemesi, doğru yönlendirmede bulunması çocukların gelecekle bağlantı kurmaları açısından büyük önem taşıyor. Hem fiziksel hem de zihinsel gelişimleri bu özene bağlı.

Çocukların düşünceleri masumdur ve özgürdür. Tüm samimiyetleri ile her hissettiklerini yaşarlar ve yansıtırlar, duygularını özgür bırakırlar. Zihinlerinde henüz dolmamış ve hayatları boyunca onlara yetecek kadar bembeyaz sayfaları vardır. Fakat zamanla büyüklerin dünyasında bir yer edinmeye, görünür olmaya, sevilmeye ve sayılmaya çalışırlarken herkesin sözünü dinlemek zorunda kalırlar. Çünkü uslu olmadıkça sevilmeyeceklerini, görünmeyeceklerini ve sayılmayacaklarını düşünürler. Bu düşünce tohumlarını ekmeye başlayan çocuklar; yeni düşünceler ve kısıtlayıcı inançlarla zihinsel gelişimlerini şekillendirmeye başlarlar.

Kendini gerçekleştirme yolcuğuna henüz başlamış olan çocukların oldukları gibi kabul görmeye ve her şartta sevilmeye ihtiyaçları vardır. Çocuklar bu yolculuğa çıkarlarken, “her istediğini yapsın özgüvenli olur” tanımı yanlış bir argümandır. Çocukların istedikleri göz önünde bulundurulmalı, isteklerinin anlaşıldığı kendilerine hissettirilmelidir, evet; fakat bu isteklerin hayata geçmesinin mümkün olmadığı durumlar, sebepleri ve muhtemel sonuçları ile çocuklara açıklanmalıdır. Doğru davranış, uygun bir dille çocuğa aktarılırsa, çocuk doğruyu içselleştirir. İçselleştirdiği bu doğruları dile getirebilip bunlara uygun davranıldıkça da kendi kişisel yolculuğunda emin adımlarla yürüyecektir.

İnsanın, hayatta olduğu gibi var olabilmesi; kendi düşünceleri, kendi benliği ile yaşayabilmesi tam anlamıyla kendini gerçekleştirmesi ile mümkündür. Bu da farkındalık, özveri, samimiyet, sevgi ve sabırla kazanılır; kazandırılır. Çocuğun gözünde realist ve otoriter bir rolde olan baba, onun hayatındaki ikinci ve en önemli yaşam koçudur. Ebeveynler bu rollerinin ne kadar farkında iseler, çocukları hayata o kadar iyi hazırlanır.

Çocuk yürümeye, konuşmaya ve çevresi ile etkileşimler kurmaya başladığı zaman ise oyun dönemidir. Henüz okula başlamadığı ilk çocukluk dönemi, aktif olarak çevresine yöneldiği, uyarıcılar ile dolu dış dünyayı keşfetmeye çalıştığı, yaşamı için en gerekli temel becerilerini kazandığı bir dönemdedir. Çekirdek aile veya geniş aile içinde kendine yakın gördüğü kişiler içinden yeni rol modeller seçebilir. O kişiler de bir bakıma çocuk için yaşam koçlarıdır. Çocuk sosyal etkileşimlerinde kendini hayata bu modellediği kişilerden öğrendikleriyle yansıtmaya başlar. Bu yansımalar da genellikle oyunla olur. Bu dönemde çocuk hem zihinsel hem de fiziksel olarak etkin bir şekilde oyunlara katılır. Bu katılımlar genel olarak kendi fikirlerinden ziyade çevreden edindikleri bilgilerin bir tiyatrosu şeklindedir. Bir çocuğu oyun oynarken izlediğinizde onun kişilik haritasını, zihinsel ve fiziksel kabiliyetlerini keşfedebilirsiniz. Aynı zamanda çocuk da oyun oynadıkça kendi bedenini ve zihinsel dünyasını keşfetmeye başlar. Bu dönemde kazandığı beceriler, gelecekteki sosyal ilişkilerinin temelleri olacaktır. Rahatlıkla koşup zıplayabilir; ancak dar bir tahta üzerinde denge sağlayarak daha üst düzeyde motor koordinasyon gerektiren hareketleri yapmakta güçlük çeker. Bebeklik döneminde cinsiyetini fark etmiş olan çocuk, cinsiyetine uygun davranmayı öğrenir. Ağırlıklı olarak cinsiyetine uygun davranışlar sergiler. Cinsiyetini keşfeden çocuk, bu konuda sorular sormaya başlar. Çocuğun hayatındaki iki önemli yaşam koçunun bu süreci doğru yönetmesi gerekir. Çünkü çocuğun sorduğu sorular yüzünden onu azarlamak, araştırma girişimlerine engel olmak, çocukta suçluluk duygusunun gelişmesine neden olur. Çocuğun sorularına cevaplar doğru bir dille aktarılmalı. Burada her çocuk öznel bir algı yapısına sahip olduğu için nasıl cevap verilmesi gerektiği de özneldir. O yüzden şöyle ya da böyle denmeli demek doğru olmayabilir. Çocukta vicdan gelişiminin ve ahlak yargılarının temelleri bu dönemde atılır. Fakat bir çocuğa vicdan ve değer yargılarını teorik bilgileri dikte ederek aktarmak yerine yaşayarak ve uygulayarak öğrenmelerini sağlamak daha kalıcı olacaktır. Bunun için ailelere en yardımcı ve etkili argüman oyundur. Çocuk ailesi ile özdeşim kurar ve bu da oyunlarına yansır. Bu dönemde anaokulları ve kreşler de çocukların yeni arkadaşlar edineceği, yeni deneyimler kazanacağı, yeni oyun ortamları oluşturması açısından oldukça önemlidir.

Oyun döneminden ikinci çocukluk dönemine geçiş yapan çocuk okula başlaması ile dış dünyaya adımını atmış olur. Okul çağı ile mantıklı düşünmeye başlar ve ben merkezciliği azalır. Arkadaşlar edinir ve yaşıtları onun için önemlidir. Hafızası ve dil becerileri gelişir, bilişsel becerileri artar fakat fiziksel gelişimi durağanlaşır. Benlik yapısını geliştirmeye başlar. Fiziksel olarak güçlenir ve sportif becerileri artar. Konuşma yeteneği artar ve kendini daha iyi ifade etmeye başlar.  Bu dönemlerde zihinsel gelişimi, soyut işlemlere hazırlanmaya başlamış olan çocuğun çevresinden aldığı veriler çok önemlidir. Bu önemli süreçte çocuğun hayatında, çok sevdiği öğretmenleri ve arkadaşları yeni yaşam koçları olarak yerlerini almıştır. Neden sevdiği öğretmenleri ve arkadaşları; çünkü bir çocuk ancak sevdiği kişileri modeller ve onların izinden gider. Değerleri, tercihleri ve tutumları belirginleşmeye başlayan çocuk, ailesinden aldığı verilerle ve yeni çevresiyle bu kavramları yeniden şekillendirir.

Çocukluk döneminden sonra hızla fiziksel değişimler yaşayan çocuk ergenliğe adım atmaya başlar. Bu ani gelişimler yüzünden biraz sakarlaşan çocuk çevresine uyum sağlamaya çalışır. Aynı zamanda kimlik arayışına giren genç hayatında önemli bir yaşam koçuna kapı aralamıştır; evet bu kendisidir. Soyut düşüncelerini ve bilimsel sorgulamalarını geliştirerek kendi fikirlerine daha fazla önem verir. Artık genç kendi dünyasında çalkantılı bir dönemdedir. Kişiler arasındaki ilişkilerini geliştirerek bazı değişikliklere gider, bu durum ailelere göre farklılık barındırsa da genç açısından niteliklidir. Genç kendi başına girişimlerde bulunarak duygusal ilişkiler kurabilir, bu durum artık aileden ayrıldığının ve bir birey olduğunun işaretleridir. Bu süreçte gencin vicdan gelişimi bazı değer yargılarını oluşturmasına sebep olur. Bu oluşum onun dikkatlice etrafını gözlemlemesi ve sorgulamaları ile başlar. Bunları yaparken de duygularını merkeze koyabilir. Hayatları boyunca hatırlayacakları en güçlü kayıtları bu dönemlerde oluştururlar. Bunlar yargılar ve değer yargıları, inançlar ve kısıtlayıcı inançlar, kendi zihin dünyalarına göre şekillendirdikleri kavramlar, ideolojiler… Bu süreçte çevresine karşı direnç geliştirebilir ve kendini baskı altında hissedebilir. Bunun yansımaları fikirlere karşı muhalif olma, kendi fikirlerini savunma, farklı düşünce tarzları arayışında olma vb. şeklindedir. Bu süreçte aile her zamankinden daha anlayışlı, merhametli ve sevgisini daha çok gösterirse rahat iletişim kurabilir. Ailenin genci dinlemesi, anlamaya çalışması, onun kendini ifade etme alanını genişletmiş olur. Bu sayede aile çocuğa güven verir, doğru veya yanlış konuşulur ve orta yol bulunur.

Koçluk süreci yetişkinlikte de devam eder. Çok sevdiğimiz ailemiz, dostlarımız, öğretmenlerimiz, üniversitede hocalarımız, patronlarımız veya iş arkadaşlarımız; bunların içinden bize koçluk yapan, farkındalık oluşturup düşünce haritalarımızı genişleten birileri muhakkak olmuştur. Evlenip bir aile kurunca da koçluk devam eder, eşler yerine göre birbirlerine koçluk yapar. Elbette olması gerektiği gibi, tıpkı uzun bir yolculuktaki iyi bir yol arkadaşı gibi…

Seyhan Genç

Eğitimci-Yazar-NLP Trainer